Ana içeriğe atla

Yaşamak,Hatırlamak ve Devam etmek

 

Ölüm bizi hep ürkütmüştür ve korkutmuştur.

Peki ya ölümsüzlük?

Belki de ölüm, bize verilmiş bir hediyedir.

Belki de bir başka duyumuzdur; her şeyi anlamlandıran, değerli kılan...

Ölümün olmadığı, sonsuz egonun ve sahiplenmenin olduğu bir yaşam... Tüm cazibenin tanıdık geldiği, mucizelerin solduğu bir yaşam.

Düşündüğünde ne kadar da uzak geliyor, halbuki yanı başımızda bizimle yaşayan korkularımıza sorduğumuzda aynı cevabı almaz mıyız?


Tekrar bakmalı ve görmeliyiz; şans vermeliyiz korktuklarımıza, “asla” dediklerimize.

Her gün bir başka insana dönüşürken ya da benliğimize bir başka yaşam eklenirken,

hep bir öncekini sorgulamak yorgun hissettirir bizi.

Ne zaman "asla" dersen kendine, tüm olasılıklar kapanır yüzüne…


Bir gün yola çıkmaya hazır olduğunda, sen ve korkuların birlikte alacaksınız bu yolu.

Bazen arkana bakman gerekecek, not defterini karıştırıp aralarında tecrübe bulacaksın.

Eline geçen bir avuç yaşanmışlık olsa da, yürüdüğün yolu tanıyacaksın.

Belki de sana çok zor gelen bu yaşam, “artık yapamıyorum” dediğin anda,

anımsadığın küçük kırıntılarla tutacak elinden.


Her ana, her duyguna sahip çıkman bu yüzden önemli.

Sana ait her şey, yaşamın bir başka zamanında karşına başka şekillerde çıkar.

Çizilen yolda belki yürümek zorundasın ama bu yolu nasıl yürüdüğün, seninle alakalıdır:

Aldığın kararlar, sevdiğin insanlar ve yüzünü gülümseten her şey...

Seninle bu yolda, bir başka şekillerde...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostluk üzerine: Bağlar

> “Ey ruhum, iyi, sade ve aynı anda çıplak ve seni saran bedenden daha parlak göründüğün bir gün gelecek mi? Bir gün, sevgi dolu ve şefkatli olacak mısın? Bir gün, tatmin olacak mısın ve arzularına hitap eden canlı ya da cansız, hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor, hiçbir şeyi arzulamıyor ve hiçbir şeyin hasretini çekmiyor olacak mısın? ” — Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler Masal gibi gelen o yıllarda, şatafatın içinde kaybolmamak için küçük bir deftere yalnızca kendine hatırlatma olsun diye yazdığı bu cümleler, yıllardır insanlığa rehberlik ediyor. Hayatın içinde var olmaya çalışırken, kendimize tekrar tekrar hatırlatmamız gereken şeyler var. Teknolojinin, sosyal medyanın ve daha birçok uyaranın arasında bu hatırlatmalar sence de gerekmez mi? Marcus, bu uyaranların hiçbirine maruz kalmadan bile hayatın içinde; paranın, ünün arasında kaybolmaktan korkmuş, doğrularını ve amacını kendine her fırsatta hatırlatmış. Bu yazı, benim de kendimle konuştuğum, yaşamın bir amacı olması gerektiğini k...

"UZUN LAFIN KISASI:UZUN HİKAYE"

"Bir fotoğraf bazen ciltler dolusu hikaye anlatır..."  Herkesin bir uzun hikâyesi vardır. Gözlerinizi kapatın ve şu anki yaşınıza bir bakın. Şimdi elimde, anneannemle dedemin eski bir fotoğrafı var. Ve onların uzun hikâyeleri gözümün önünde beliriyor. Eminim ki sizin de yaşamınızda, kendinizin ya da çevrenizden birinin, uzun bir hikâyesi vardır. Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâyesini okurken, kavuşulabilir aşkların hüznü geldi içime. Ne ara hep imkânsızları konuşmaya, umutları yok saymaya başladık? Neden sevgi üzerine konuşmak bizi aptal ya da zayıf gösteriyor? Bulunduğumuz dünyadan mı, yoksa kendimizi konumlandırdığımız yerden mi? Başını kaldır. Gözlerini aç. Ve kendi uzun hikâyene başla... Bugün, elindeki tek yarın… Bir günlük uzun hikâyene şimdi başlayabilirsin. Ya da köklerindeki uzun hikâyeyi keşfedebilirsin; gözlerindeki hüzünle uzaklara bakan, kayıplarının yasını tutan eller var. Çok da uzağında değil belki, yanı başında… Henüz bilmediğin kalpler var. Herkesin hayatında bir...

IŞIKLI DÜNYA

  “Hayatın ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış olarak süreceğini düşünmüştüm… ama yanılmışım. Şimdi 70 yaşındayım ve tekrar baharımı yaşıyorum.” When Life Gives Tangerines dizisinde geçen bu söz, her zaman hissettiğim bir cümle olmuştur. Başıma ne gelirse gelsin, iyi tarafını görürdüm. Zorluklar, kayıplar, ayrılıklar… Hepsi bir film sahnesi gibi gelip geçici gelirdi bana. Dökülen yaprakların ardından tekrar baharın geleceğini, daha da yeşereceğimi düşünürürdüm hep. Hâlâ böyle düşünüyorum. Belki de esas öğrenmemiz gereken şey, kendimizi tanıyamadan hayatın renklerine karıştığımızdı. Bulanıklaştık. Kimdik biz? Neyi sever, neyden kaçardık? Hayatlarımızda o kadar çok “biz” var ki sonunda tek bir “ben”e inemezdik. Di’li geçmiş yazdığıma bakmayın ben karışmayı seven garip bir tipim. Nereden başlayacağımı hiç bilmezdim. Sanki şimdi biliyormuşum gibi… Gülün gülün, ben de kendime gülerim zaten. Çocukken bitmek bilmeyen rüyalarıma, kendimi bile inandırdığım yaşamlara… Neyin nereden ...