IŞIKLI DÜNYA

 

“Hayatın ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış olarak süreceğini düşünmüştüm… ama yanılmışım. Şimdi 70 yaşındayım ve tekrar baharımı yaşıyorum.”

When Life Gives Tangerines dizisinde geçen bu söz, her zaman hissettiğim bir cümle olmuştur. Başıma ne gelirse gelsin, iyi tarafını görürdüm. Zorluklar, kayıplar, ayrılıklar… Hepsi bir film sahnesi gibi gelip geçici gelirdi bana. Dökülen yaprakların ardından tekrar baharın geleceğini, daha da yeşereceğimi düşünürürdüm hep.

Hâlâ böyle düşünüyorum. Belki de esas öğrenmemiz gereken şey, kendimizi tanıyamadan hayatın renklerine karıştığımızdı. Bulanıklaştık.

Kimdik biz?

Neyi sever, neyden kaçardık?

Hayatlarımızda o kadar çok “biz” var ki sonunda tek bir “ben”e inemezdik. Di’li geçmiş yazdığıma bakmayın ben karışmayı seven garip bir tipim.

Nereden başlayacağımı hiç bilmezdim. Sanki şimdi biliyormuşum gibi… Gülün gülün, ben de kendime gülerim zaten. Çocukken bitmek bilmeyen rüyalarıma, kendimi bile inandırdığım yaşamlara…

Neyin nereden başladığının pek önemi yoktu. Anlatmaya başlayınca hep başlangıç noktasından şaşardı her şey. Umarım geçmiş zaman kipiyle devam eder bilirim?

Bazen yazar olur , hikayeler yazardım. Tıpkı şimdi olduğu gibi, ortasından başlayan hikâyeler… Sanki herkes yaşadı ve biz kaldığımız yerden devam ediyoruz.

 

Üniversite birinci sınıftayken geceleri acil serviste hemşirelik yapar, gündüzleri okula giderdim. Okuma tutkusu nereden ,nasıl bulaştıysa, bir daha kurtulamadım. Belki babamın gece nöbetinde okul sıralarını yatağa çevirip başımı kitaplara koyduğumda başladı her şey. Belki de annemin düşlerinden sızdı benim düşlerime…

Nedeni her ne olursa olsun sonuç hep aynı kapıya çıktı.

 

Okumalıydım.

Nedensiz, amaçsız.

Amaçsız olur mu? Olur. Tutku bazen neden aramaz. Su gibi içmek istersin sadece.

Hayal ettiğiniz gibi bir bilim kadını olmadım. Ama hep çabaladım. Gece nöbet, gündüz okul, araya sıkışmış stajlar, işaret dili kursları… Çünkü bu bir tutkuydu.

Ve hayır, öyle pek üstün zekalı biri değilim. Hatta bazen kendimi bile tam odaklayamam. Ama bir gün bir işaret dili derneğini ziyaret ettim, ışıklı dünyayla tanıştım. Konuşan elleri, ışığın namelerini gördüm.

 

İşte o gün başka dünyaların varlığını anladım.

Hayatın zorluğu dediğimiz şeyin, aslında kendimizle verdiğimiz bir savaş olduğunu…

Ve bir gün biri bize ”seni görüyorum” desin diye verdiğimiz çabayı.

Neden hep başkasından bekliyoruz bunu?

Çünkü biz varken ben yok.

Sen kendini bilmezken  bir başkasını nasıl anlayacaksın?

...

Bazen sadece okumak, yazmak ya da durup düşünmek bile iyi gelir. Bu yazı da belki bir yerden size dokunur. Belki içinizde bir “ışıklı dünya” yanmaya başlar. Kim bilir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostluk üzerine: Bağlar

"UZUN LAFIN KISASI:UZUN HİKAYE"