Ana içeriğe atla

ROTAMIZ ; MANİSA-UŞAK ( 3 Günlük Bir Seyahat)


1. Gün: Manisa’da Yol Yorgunluğunu Demlemek

Yol yorgunluğunu demlemek için bugünü Manisa merkezde geçirdik.
Eşyaları yerleştirdikten sonra hemen merkezin keyfini çıkarmaya başladık.
Manisa’nın meşhur köftesini yiyerek enerji depoladık. Özellikle Manisaspor Kebapçısı sıkça önerilince ve biz de merkeze yakın olunca hiç vakit kaybetmeden gittik.

Akşam serinliğinde Kurşunlu Han ve Yeni Han’ı gezdik. Yeni Han’da Manisa’nın meşhur cilveli kahvesinin tadına baktık. Badem sevenler için gerçekten özel bir lezzet. Şanslı günümüzdeymişiz ki hanın içinde canlı müzik vardı. Biraz oynamalı, biraz efkârlı ama çok güzel bir akşam geçirdik. Bu arada öğrendik ki han, haftanın neredeyse her günü canlı müzik konseptiyle hizmet veriyormuş.


---

2. Gün: Sardes’ten Volkanlara

Bugünkü güzergâhımız Spil Dağı çevresiydi. Dağın etekleri merkeze yakın olduğu için neredeyse her yerden güzel bir manzara görülebiliyor.

Manisa’nın meşhur tahinli simidini duymuşken, Sağlık Fırınına uğrayıp tadına baktık. Ardından Artemis Tapınağı’na doğru yola çıktık.

Salihli - Kula - Uşak rotamıza başlamadan önce Artemis Tapınağı'na uğradık. Tapınak, merkeze yaklaşık 1 saat uzaklıkta ve zaten Sardes Antik Kenti ile aynı bölgede yer alıyor. Manisa deyince akla Sardes’in gelmesi boşuna değil.

Tapınakta kazılar hâlâ devam ediyor ama sütunların bir kısmı oldukça belirgin.
Yeni öğrendiğim bir şey: İyon mimarisi burada da gözlemlenebiliyor. Efes kadar belirgin olmasa da Hellenistik dönemin etkisi hissediliyor. Tapınağın hemen yakınındaki Sardes Antik Kenti’nde tarihi hamam, sinagog gibi yapılar tamamen gün yüzüne çıkarılmış durumda. İyon düzenini tanımlayan “zariflik” kelimesinin bu yapılarla ne kadar örtüştüğünü burada daha iyi anlıyoruz.

Kız Köprüsü’ne uğradık, bir dilek dileyerek üzerinden geçtik. Yakınındaki Suuçtu Şelalesi’ne gitmek istedik ama şelale vadi içinde kaldığı için istediğimiz gibi keşfedemedik.

Kula’ya ulaştığımızda Kula’nın tarihi evleri arasında sevimli sokaklarda yürüyüş yaptık, mimari güzellikleriyle ruhumuz doydu. Geçiş güzergâhında mutlaka uğranabilecek bir yer.

Kula deyince akla gelenlerden biri de Türkiye’nin ilk ve UNESCO tarafından tescillenmiş tek jeoparkı olan Kula Divlit Volkanik Jeoparkı.
Peri bacaları, lava akıntıları, tortu ve tüf tabakalarıyla görülmeye değer bir alan. Küçük bir müzeyle başlıyorsunuz, ardından aracınızla volkanik alanların etrafında dolaşabiliyorsunuz. Yürüyüş rotası için yönlendirme tabelaları oldukça net. Yaklaşık 3 km’lik bir parkur var. Ancak yaz sıcağı çok zorlayıcıydı. Geniş bir şapka ve serin bir mevsim şart!

Sıcak yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra rotamızı Taşyaran Vadisi’ne çevirdik. 100'ü aşkın merdivene rağmen ulaştığımız manzara muazzamdı. Yaz aylarında su miktarı az olsa da serinlik iyi geldi. Kayaların doğal şekli adeta bir tablo gibi.

Günün sonunda enerjimizi toplayıp güzel bir akşam yemeği için kendimizi Yumak Restoran’a attık. Harita yorumlarına bakarak gitmiştik, iyi ki gitmişiz! Hem göze hem mideye hitap eden lezzetler, sıcak bir ortam... Sadece bir yemek bile seçseniz, ikramlarıyla fazlasıyla doyurucu.


---

3. Gün: Uşak’ta Tarhana, Kanyon ve Lavanta

Uşak rotamıza tabii ki yine Yumak’ta güzel bir kahvaltıyla başladık.
Enerji alımı tamamlanınca Uşak merkezde biraz gezdik, ardından Tarhanacı Baba'ya uğradık. Uşak tarhanasının meşhurluğunu bilmeyen biri olarak çok şaşırdım. Birbirinden farklı çeşitleri mevcut.

Uşak'ta favorim ise Ulubey Kanyonu oldu.
Dünyanın en uzun ikinci kanyonu (ilki Arizona Grand Canyon) olan bu doğa harikası yaklaşık 77 km uzunluğunda. Yürüyüş rotası için uygun bir zamanda tekrar gelmek şart. Cam terası, doğa yürüyüşüne uygun yolları ve zipline yapmak isteyenler için Türkiye'nin en uzun ikinci zipline hattı burada yer alıyor.

Ardından yönümüzü Blaundos Antik Kenti’ne çevirdik. Ancak ne yazık ki kentin büyük kısmı hâlâ gün yüzüne çıkarılmamış. Sıcak havada yürüyüş de oldukça zorluydu.

Son durağımız, tavsiye üzerine uğradığımız Lavanta Bahçesi oldu. Lavanta gazozu içmek serin ve keyifli bir mola oldu. Böylece 3 günlük rotamızı tamamladım.


---

Bir Teşekkür

Bu yolculuğa beni lise yıllarında şevklendiren Evliya Çelebi’ye saygılarımla...
Kitap fuarından aldığım “Seyahatname” adlı eseriyle cilt cilt gezerken, insanın okudukça değil, ayağıyla bastığı toprakları tanıyarak anladığını fark ettim. Aldığımız her nefesin değerini, adım attığımız her şehrin anlamını ancak yaşayarak öğreniyoruz.

Evliya Çelebi’nin Manisa için söyledikleriyle yazımı noktalamak isterim:

"Sihirli kalenin bulunduğu puslu dağın eteğinde doğudan batıya doğru tıpkı bursa şehri gibi kurulmuş müzeyyen bir şehirdir. 660 kadar güzel evlerden meydana gelmiş tamamı 60 mahalledir.." 
"Baştanbaşa saraylarla süslü şehir; temiz, iki katlı kiremit çatılı evleriyle çok hoştur... Kalealtı Pazarı Meydanı'nda altlı üstlü ferah, havadar kahvehaneler vardır…”



---

Geldikçe Okuyorum blogumda yayınlayarak, bu yolculuğu kalıcı kıldım.
Sıradaki şehir için heyecanla... 59’u tamamladım bile!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostluk üzerine: Bağlar

> “Ey ruhum, iyi, sade ve aynı anda çıplak ve seni saran bedenden daha parlak göründüğün bir gün gelecek mi? Bir gün, sevgi dolu ve şefkatli olacak mısın? Bir gün, tatmin olacak mısın ve arzularına hitap eden canlı ya da cansız, hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor, hiçbir şeyi arzulamıyor ve hiçbir şeyin hasretini çekmiyor olacak mısın? ” — Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler Masal gibi gelen o yıllarda, şatafatın içinde kaybolmamak için küçük bir deftere yalnızca kendine hatırlatma olsun diye yazdığı bu cümleler, yıllardır insanlığa rehberlik ediyor. Hayatın içinde var olmaya çalışırken, kendimize tekrar tekrar hatırlatmamız gereken şeyler var. Teknolojinin, sosyal medyanın ve daha birçok uyaranın arasında bu hatırlatmalar sence de gerekmez mi? Marcus, bu uyaranların hiçbirine maruz kalmadan bile hayatın içinde; paranın, ünün arasında kaybolmaktan korkmuş, doğrularını ve amacını kendine her fırsatta hatırlatmış. Bu yazı, benim de kendimle konuştuğum, yaşamın bir amacı olması gerektiğini k...

"UZUN LAFIN KISASI:UZUN HİKAYE"

"Bir fotoğraf bazen ciltler dolusu hikaye anlatır..."  Herkesin bir uzun hikâyesi vardır. Gözlerinizi kapatın ve şu anki yaşınıza bir bakın. Şimdi elimde, anneannemle dedemin eski bir fotoğrafı var. Ve onların uzun hikâyeleri gözümün önünde beliriyor. Eminim ki sizin de yaşamınızda, kendinizin ya da çevrenizden birinin, uzun bir hikâyesi vardır. Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâyesini okurken, kavuşulabilir aşkların hüznü geldi içime. Ne ara hep imkânsızları konuşmaya, umutları yok saymaya başladık? Neden sevgi üzerine konuşmak bizi aptal ya da zayıf gösteriyor? Bulunduğumuz dünyadan mı, yoksa kendimizi konumlandırdığımız yerden mi? Başını kaldır. Gözlerini aç. Ve kendi uzun hikâyene başla... Bugün, elindeki tek yarın… Bir günlük uzun hikâyene şimdi başlayabilirsin. Ya da köklerindeki uzun hikâyeyi keşfedebilirsin; gözlerindeki hüzünle uzaklara bakan, kayıplarının yasını tutan eller var. Çok da uzağında değil belki, yanı başında… Henüz bilmediğin kalpler var. Herkesin hayatında bir...

IŞIKLI DÜNYA

  “Hayatın ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış olarak süreceğini düşünmüştüm… ama yanılmışım. Şimdi 70 yaşındayım ve tekrar baharımı yaşıyorum.” When Life Gives Tangerines dizisinde geçen bu söz, her zaman hissettiğim bir cümle olmuştur. Başıma ne gelirse gelsin, iyi tarafını görürdüm. Zorluklar, kayıplar, ayrılıklar… Hepsi bir film sahnesi gibi gelip geçici gelirdi bana. Dökülen yaprakların ardından tekrar baharın geleceğini, daha da yeşereceğimi düşünürürdüm hep. Hâlâ böyle düşünüyorum. Belki de esas öğrenmemiz gereken şey, kendimizi tanıyamadan hayatın renklerine karıştığımızdı. Bulanıklaştık. Kimdik biz? Neyi sever, neyden kaçardık? Hayatlarımızda o kadar çok “biz” var ki sonunda tek bir “ben”e inemezdik. Di’li geçmiş yazdığıma bakmayın ben karışmayı seven garip bir tipim. Nereden başlayacağımı hiç bilmezdim. Sanki şimdi biliyormuşum gibi… Gülün gülün, ben de kendime gülerim zaten. Çocukken bitmek bilmeyen rüyalarıma, kendimi bile inandırdığım yaşamlara… Neyin nereden ...